PAYLAŞ

Şimdi sen, mademki bu tarihin çocuğusun; eski zafer ve şeref asırlarının bugünkü evladısın! Atalarının sana miras bıraktığı her güzel şeyi seveceksin!.. Bu dili seveceksin!.. Hem de her haliyle seveceksin!.. Ataların bize miras bıraktığı en güzel iki şeyden biri bugünkü Türk vatanı ise, ikincisi Türkçe’dir.

Şimdi sen, mademki bu tarihin çocuğusun; eski zafer ve şeref asırlarının bugünkü evladısın! Atalarının sana miras bıraktığı her güzel şeyi seveceksin!…

Bu dili seveceksin!.. Hem de her haliyle seveceksin!..

Ataların bize miras bıraktığı en güzel iki şeyden biri bugünkü Türk vatanı ise, ikincisi Türkçe’dir.

Onu, olur olmaz kaprislerle yıkamazsın!

Seni yıkmak için önce onu yıkmanın lüzumuna inanan düşmanlarının yardımcısı olamazsın!..

Bu dili seveceksin!.. Hem de her haliyle sevecek ve koruyacaksın!..

Türkçe, nasıl sevilir?..

Vaktiyle, Birinci Türk Dili Kurultayı’nda, büyük edip, Halid Ziya Uşaklıgil, bir tebliğde, aydınlarımıza Türkçe’yi sevme dersi vermişti. Demiş ki:

“Ben, Türkçe’nin ezeli bir aşığıyım. Hepimiz öyle değil miyiz? Ben Türkçe’yi muhtelif devirlerinde , muhtelif elbiselerle, muhtelif şekillerde gördüm ve sevgilimi o libaslar altında, kendi cevherinde gördüm.

Ben eski Bâb-ı âli (katiplerinden işittiğim süslü dili) sevdiğim gibi, Aksaray’da karpuz sergisinde müşteri ayartmak için çığırtkanlık eden Türk delikanlısının türlü zarafetlerle dolu Türkçesini sevdim.

Ben Divan Edebiyatı’nın gazelleriyle mest oldum.

Fakat sevgili İzmirli’min, İki Çeşmelik kızının incir işlerken söylediği türkü ile de mest oldum.

Ben o sevgiyi, atlas şalvarıyle, başının üzerinde altın işlenmiş takkesiyle gördüm.

Ben onu perişan gönüllü şairin:

O gül-endam bir al şale bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün

beytinde olduğu gibi, bir al şala sarınıp yürüdüğünü görerek sevdim.

Başında hotozu, belinde kuşağı, sedef kakılı seriri üzerine uzanmış, yahut Sa’dabad’da, Göksu’da seyrana çıkmış haliyle de gördüm, yine sevdim.

Fakat tabiatta her şey tekamülden, inkılaptan ibaret olduğu için her devrin zevki de aynı olmuyor.

Ben son devrin, İpekiş’in kelebek kanadı kadar ince, zarif, dört metrelik kumaşıyla giyinmiş, başında küçücük beresiyle, bir rüzgar gibi, kaldırımlar üzerinde seke seke yürüyen ve rüzgar mı onu götürüyor, o mu rüzgarı sürüklüyor, diye, insanı şüpheye düşüren haliyle de Türkçe’yi gördüm ve sevdim.”

Türkçenin Sırları, Nihad Samı Banarlı, Sayfa 20.

BİR CEVAP BIRAK

Yorumunuzu ekleyin
Buraya adınızı yazın