Zekât; dinî, ahlakî ve hukukî boyutları başta olmak üzere çok yönlü bir ibadet, bir yükümlülüktür. Bu yapısıyla zekât, bireysel, toplumsal, ekonomik ve hukukî işlevleri bulunan çok boyutlu mali bir mükellefiyettir. Temel amacı, servetin belirli ellerde toplanmasına engel olmak ve refahın tabana yayılmasını sağlamak olan zekât, birey ile Allah arasındaki kulluk bağını güçlendirmesinin ötesinde, ekonomik ve sosyal fonksiyonlarıyla da ön plana çıkmaktadır.
Bu özellikleri nedeniyle zekât, hukuk, sosyoloji ve ekonomi başta olmak üzere pek çok disiplini ilgilendiren bir konudur.
Toplumda özellikle mali dengenin sağlanması hususunda büyük önem arz eden zekât, dinen de uygulanması zorunlu kılınmış bir ibadettir. Bu yönüyle de zekât konusu toplumda herkesi ilgilendiren bir konu olmuştur.
Zekât farizasının îfa edildiği ülkelerle diğer ülkeler ve sistemler arasında kıyası olmayacak kadar farklar bulunduğu akıl sahipleri için izahtan varestedir. İslâmî olmayan bazı sistemler, kredilerle –ki az da olsa faiz içeriyorlar- halkı kalkındırmayı düşünüyorlarsa da gerçekte bu, ya beyhude bir gafil düşüncesi ya da kalkındırmayı sirke çıkartıp kandırmayı halk arasında yaygınlaştıran cambaz işidir.
Allah Teâlâ, Kitab-ı Kerim’inde: “Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.[1]” buyurduğu halde İslam beldelerinde hala batı taklidi kapitalist düzene uyularak faiz müesseselerinin yaygınlaştırılıp teşvik edilmesi, onlar adına acizlik, zekât müessesesi adına ise bir yıkımdır. Zira terviç edilen her faiz muamelesi Müslüman zihniyetinde zekâtın köreltilmesi ve öldürülmesi anlamına gelmektedir. Allah Teâlâ’nın, zekât-faiz işlemlerini karşılıklı olarak zikretmiş olması söylediğimizin mesnedi olması açısından yeterlidir.
Faiz müesseseleri kredi kartı dağıtıp adeta zengin-fakir demeden ellerindeki paraları tüketip herkesin borçlanmasını isterken, zekât müessesesi elinde parası olan zenginin, parası bulunmayan fakiri her yıl gözetip kollamasını talep etmektedir.
Ayrıca İslam, zekâtını vermemekte direten bir topluluğu, medeniyetinde yaşadığı fakirleri açlığa mahkûm etmiş ve yaratanına karşı isyan bayrağı açmış kabul edip üzerlerine savaş açılmasını emreder.
Zekâtın yeri, önemi ve ekonomi olarak değeri hakkında çok güzel kitaplar ve makaleler yazılmıştır. Biz makalemizde zekâtın faydalarından çok, fıkhı ile ilgili bir noktadan yani nisap gününden bahsedeceğiz.
Bilindiği gibi zekât yılda bir kez olmak üzere Şer’an zengin sayılan kimselerin mallarında belirlenmiş bir haktır. Kişinin zengin sayılması için ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala tam bir mülkiyetle malik olması gerekir. İslâm, namî olan malların miktarı ne olursa olsun zekâtı verilecek diye bir kaide koymamıştır. Bilâkis zekâtın alınabilmesi için malın nisap miktarına ulaşmasını şart koşmuştur. Ve her malın kendi türüne göre bir nisap miktarı belirlemiştir.
Ezcümle: Altının nisabı yirmi miskâldır. Bu da günümüz ölçülerine göre 85-90 gram altına tekâbül etmektedir. Gümüşün nisabı ise 200 dirhemdir. Bu ise 595-600 grama tekâbül eder. Koyun ve keçinin nisabı kırk, develerin beş, sığırların ise otuzdur. Bu malların nisabı hakkında âlimler arasında söz birliği vardır. Ancak tahıl ve meyvelerden öşür vermeyi gerekli kılacak nisabın var olup olmadığı noktasında âlimler arasında ihtilâf söz konusudur. İmam Ebu Hanife (Allah ona rahmet etsin)’ye göre; tahıl veya meyvede az olsun çok olsun öşür vaciptir. Diğer Müçtehitlere göre ise; tahıl veya meyve 5 vesk olmadığı müddetçe öşre tabi değildir. 5 vesk yaklaşık 650-660 kg kadardır.
Ayrıca İslam, nisaba ulaşan malların üzerinden bir yıl geçmeden zekâtlarının verilmesini vacip kılmamıştır. Ancak Ekin ve meyvelerdeki öşür (1/10 veya 1/20) ve maden ve definelerdeki (1/5) humus için üzerlerinden bir yıl geçme yani senenin devri (havelan-ı havl), şart değildir. Bunların dışında kalan altın, gümüş, ticaret malları, hayvanlar ve emsali mallarda zekâtın vacip olması için bir kameri yılın geçmesi şarttır.[2] Ebû Hanife (ö.150), Ebû Yusuf (ö.182) ve İmam Muhammed (ö.189) (Allah onlara rahmet etsin)’e göre sene basında nisap miktarına ulaşan mal, sene sonunda yine aynı nisap miktarına sahip ise havelan-ı havl gerçekleşir. Yıl içerisinde malın nisap miktarının altına düşmesi havelan-ı havli bozmayacağı gibi zekâtını da düşürmez. İmam Züfer (ö.158) (Allah ona rahmet etsin)’e göre ise senenin devrinde malın yıl boyunca nisap miktarının altına düşmemesi gerekir. Nisabın altına düştüğü takdirde hem havelan-ı havl bozulur hem de zekât düşer.[3]
İmam Şafiî (204) (Allah ona rahmet etsin)’e göre havelân-ı havl’ın sene boyunca devam etmesi gerekir. Buna göre sene basında nisâp miktarına ulaşan malın sene ortasında da nisap miktarının altına düşmemesi gerekir. Düştüğü takdirde havelan-ı havl bozulmuş olur. Her ne kadar sene sonunda o mal yeniden nisap miktarına ulaşmışsa da sene ortasında nisabın altına düşmekle şart bozulduğu için zekâtın vücubiyeti de düşmüş olur.
Bir de senenin devri beklenilmeksizin zekâtı ödenen malın telef olması durumunda; Hanefî ulemasına göre verilen zekât sadaka olarak değerlendirilir. Dolayısıyla verilen sadaka fakirin malı olur. Artık, mal sahibi onu geri isteme hakkına sahip değildir.
Ticari mal, deve, koyun, sığır gibi Nisap çeşitlerinden herhangi birine malik olan kişi Şer’an zengin sayılır. Ve bu nisaba ulaştığı günü yani Şer’an zengin sayıldığı günü kaydetmesi gereklidir. Ayrıca farklı bir nisaba dahi malik olduğu düşünülecek olursa o nisaba malik olduğu günü de ayrıca kaydetmelidir. Günleri hicri takvime göre kaydetmelidir.
Meselenin daha girift ve anlaşılmaz olmaması için konuyu günümüzde yaygın olan para ve ticari mallara çekerek konuşalım: Günümüzde 85 gram altının[4] para değerine veya o kadar para yapacak ticari mala sahip olan kişiler, Şer’an zengin sayılırlar. Ve zengin oldukları bu günü, hicri takvime göre kayıt altına alıp belirlemelidirler. Aksi halde zekâtlarını tam olarak hesaplamaları mümkün olmayacaktır. Bu mesele bilinmese ve uygulanmasa, verilen zekâtların geçerli olacağında her hangi bir kuşku söz konusu değildir. Fakat bu mesele günümüzde uygulama açısından unutulmuş olduğundan birçok kişi ya, vermesi gereken bir miktar zekâtı vermiyor, bir kısmı da üzerlerine vacip olan zekâttan daha fazla bir miktarı ilave olarak zekât veriyor. Bu yüzden zengin oldukları günü kesinlikle kayıt altına alıp belirlemelidirler. Böyle bir günü belirlemek, Şer’i bir yükümlülüğün yerine getirilmesi için gerekli olduğundan vacip hükmündedir.
Mesela; Recep ayının birinci günü zengin olan bir kişi düşünelim. Faraza zekâtını her yıl kadîr gecesi veriyor varsayalım. Şimdi düşünelim ki bu kişinin, Recebin birinde 40 milyarı vardı. Fakat ramazandan önce binmek için bir araba satın altı ve elinde 20 milyar kaldı. Binmek için alınan arabaya zekât düşmeyeceği için haliyle geriye kalan parasını hesap edip 500 milyon zekât verecektir. Fakat gerçekte vermesi farz olan zekât 1 milyardı. Zira ona zekât, Recep ayının birinci günü bir milyar olarak farz olmuştur. Ramazan ayı ise onun zekâtı açısından sene başlangıcı değil sene ortasıdır. Sene ortasında malın bir kısmının harcanması zekâtın miktarında değişikliğe sebep teşkil etmez.
Farklı bir misal daha verelim; aynı adam Recep ayından sonra ticaret yapıp zarar etse ve Ramazan ayında elinde 20 milyar kalsa zekâtını yine 500 milyon eksik olarak verecektir.
Veya bu adam Recep ayından sonra Ramazan ayında 40 milyar daha kazandı düşünelim. Şimdi yıllık zekâtı 1 milyar iken 2 milyar ödemiş olacaktır. Kim bilir gelecek yıl Recep ayı gelmeden elindeki para harcanmış olacaktır.
Biraz daha abartılı bir misal verip meselenin ehemmiyetine dikkat çekeyim. Recep ayında zengin olmuş bu kişi, yıllardır zekâtını Ramazan ayında veriyor düşünelim. Bir defasında Recep ayından hemen sonra elinde olan bir trilyon parayı lüks bir veya iki daire alıp o dairelerde oturmayı düşünsün. Böylece Ramazan ayı gelmeden elindeki parayı ihtiyaca kullanmış olacağından zekâtının da düşeceğini düşünerek zekât vermeyecektir. Hâlbuki sene başlangıcı yani zekât günü, Recep ayı olduğundan 25 milyar zekât vermesi üzerine vacip olmuştu. Daha sonra o parayı kendisi harcadığı için -fıkıh ifadesiyle istihlak ettiği için- üzerine vacip olan bu zekât düşmeyecek kıyamete dek bir borç bir yükümlülük olarak kalacaktır.
Ayrıca zekât günü belirlenmiş olduğunda “aldığım kiraların zekâtını nasıl vereceğim” emsali birçok sual cevabını bulmuş olacaktır. Zira zekât gününden itibaren, gelecek yıl zekât gününe kadar kazanılan-kaybedilen, kira, maaş veya hediye olarak gelip-giden paraları hesaplamaya gerek yoktur. Zekât günü geldiğinde elde avuçta olan para, altın ve menkul-gayrimenkul bütün ticari malını hesaplayıp 1/40’a tekabül eden miktarı zekât olarak verecektir.
Yalnız farklı cinsten olan nisaplar birbirlerine katılmayacağı için farklı cinsten elde edilen nisap için ayrı bir zekât günü belirlemek gerekir. Yani farklı bir nisaptan zengin olunan gün, o tür mallara ait zekâtların sene başlangıcı olarak belirlenmelidir. Mesela 100 gram altını olan kişi daha sonra beş adet otlak deve sahibi olduğu düşünülürse altınlara malik olduğu günün üzerinden bir yıl geçince sadece altınların zekâtını verir. Develerinin zekâtı ise onlara malik olduğu günün üzerinden bir kameri yıl geçtikten sonra vacip olacaktır.
Şu halde zekât gününden sonra elde edilen hangi tür mallar zekât günündeki asıl nisaba katılır, hangi türleri için yeni bir nisap günü belirlenir sualini kısaca cevaplamamız gerekir.
El-Kâsânî, Alâuddin Ebû Bekr İbn Mes’ûd (ö.587), Bedâyiu’s-Sanâyi fi Tertibi’ş-Şerâi’isimli eserinde şöyle der: Yıl içerisinde kazanılan her türlü mal için iki durum söz konusudur. Kazanılan mal ya eldeki malın türündendir yahut da değildir.
- Eldeki malın türünden değilse nisap hususunda eldeki mala ilave edilmez. Elde edilen bu yeni kazanç nisaba ulaşıyorsa onun için nisap başlangıç günü elde edildiği andan itibaren başlar. Yıl tamamlanınca bu malın zekâtı ayrıca verilir. Nisaba ulaşmıyorsa herhangi bir şey gerekmez. Mesela elinde nisap miktarı büyükbaş hayvanı bulunan bir kişi yıl içerisinde herhangi bir şekilde (alışveriş, hibe veya başka yollarla) kırk tane küçükbaş hayvan elde edecek olursa, bunlar için nisap günü, elde edildiği andan itibaren başlar.
- Kazanılan mal eldeki malın türünden olursa iki durum söz konusudur.
- Kazanılan mal, asıldan doğmuş, ondan türemiş yahut onun vasıtasıyla kazanılmıştır. Ticaret mallarının kârları ve hayvanların yavrulamaları bu kapsamda mütalaa edilir. Bu tür artışlar, nisap günü hususunda asla tabidir. Asıl için söz konusu olan nisap günü bu tür kazançlar için de geçerlidir. Dolayısıyla bu durumda asıl sermaye için başlamış olan nisap günü, yıl içerisinde elde edilen kazanç için de geçerli olur. Artık yılsonunda sermaye ve kazancın toplamından zekât verilecektir.
- Yıl içerisinde elde edilen mal eldeki aslın türünden olmakla birlikte ondan doğmamış, ondan türememiş yahut onun vasıtasıyla kazanılmamıştır. Örneğin elinde nisap miktarı küçükbaş hayvanı olan bir zekât sorumlusunun yıl içerisinde alışveriş, hibe, vasiyet gibi nedenlerle eline küçükbaş hayvanın geçmesi gibi. Yahut elinde nisap miktarı para bulunan bir mükellefin, yıl içerisinde bu paradan bağımsız olarak herhangi bir şekilde eline bir miktar daha para geçmesi gibi. Bu tür malların asıllarına katılıp katılmayacağında âlimler ortak bir kanaate varamamışlardır. Hanefîlere göre, bu durumda da elde edilen yeni kazancın asla katılarak asıl için söz konusu olan nisap günü, bu yeni kazanç için de geçerli olur. Ve yılsonunda ikisinin toplamından zekât verilir. Şafilere göre ise; yıl içerisinde kazanılan bu tür mallar, nisap günü konusunda asla katılmayıp, onlar için yeni bir nisap günü belirlenir. Ve bu günün üzerinden bir tam yıl geçmedikçe bu malların zekâtını vermek vacip olmaz.[5]
Günümüzde zekât verenlerin birçoğu Şer’an ne zaman zengin olduğunu ve zekât gününü bilmeden genellikle ramazan ayında olmak üzere zekâtını vermektedirler. Acaba zekât vermesi gereken günü bilmeyenler yani hicri takvime göre ne gün zengin olduğunu, nisaba ulaştığını bilmeyen kişiler kendilerine Ramazan ayından bir gün seçebilirler mi, yoksa ne yapmalıdırlar? Gerçekten önemli olan bu sualin cevabı için Hanefi mezhebine ait muteber kaynaklarda bir cevap bulamadım. Mezhep kitapları zekâtın, nisabın üzerinden bir kamerî/hicri yılın geçtiği zaman hesaplanıp verileceğinde herhangi bir ihtilafa yer vermemişlerken, zenginliğe ulaştığı günü unutan kişinin zekâtını nasıl hesaplayacağına dair bir formülden bahsettiklerini göremedim. En azından benim araştırdığım birçok kitapta bulamadım. Allah en iyisini bilir.
Burada fıkıh kanaatlerinden yola çıkarak söz söylemek gerekecekse iki şık ortaya çıkacaktır. İki şıkka girmeden hemen önce şunu belirtelim; kişinin kanaatinde şu gün “Şer’an zengin olacak nisaba ulaşmıştım” diye bir zan mevcut ise ona göre amel etmesi gerekir. Hatta şu ay gibi tahmini üç aşağı beş yukarı bir gün belirleyebiliyorsa ona göre amel eder. Veya da zengin olduğu tarihi yaklaşık olarak ifade edecek harici deliller, ipuçları veya her hangi bir belge, makbuz varsa ona göre hareket ederek zekât gününü belirlemesi gerekir. Fakat böyle değilse o zaman kanaatimize göre fıkha uygun iki şık söz konusu olacaktır.
1.İhtiyatlı ve zor olan şık: kişi Ramazan ayının sonunda veya mesela; halk arasında kadir gecesi diye bilinen gecede geçmiş yılın bütün bilançosunu gözden geçirir. Zekât vereceği nisap türü o yıl, en fazla hangi miktara ulaşmışsa o değer üzerinden zekâtını hesaplar ve öder. Bu durumda ihtiyaten yıl içerisinde verilebilecek zekâtın en fazlasını vermiş olur ki zekât külfetinden gönül hoşnutluğuyla kurtarmış olur.
Gerçek şu ki bu şekilde bir bilanço çıkarabilmek gerçekten zor ve ayrıca her bir kişinin uygulayabileceği bir yöntem olmaktan uzaktır. 1.Kolay olan şık: halkımız arasında öyle ya da böyle zekâtlar genellikle Ramazan ayında verilmektedir. Kim bilir 30 yıldan beri zekât veren bir Müslüman, zengin olduğu günü çoktan unutmuş ve 30 yıldan beri her Ramazan ayında zekâtını hesap edip vermektedir. Yani Ramazan ayında zekât vermek bir teamül halini almıştır. Öyleyse bu kişiler, zekât gününü Ramazan ayından belirli bir günde mesela birinci günü veya onuncu günü veya kadir gecesi şeklinde sabitleyip vermelidirler. Böyle bir günü kendisine zekât günü belirleyen kişilerin mümkünse ihtiyat olarak bir kereye mahsus bir miktar daha zekât vermeleri iyi olur. Zira mümkündür ki Ramazan ayı olarak belirlediği günden daha önce bir günde nisaba ulaşmıştı. Böyle bir ihtimali de ortadan kaldırmak için zengin olduğu ilk yıllarda ki mal hesabına göre bir miktar zekât vermesi yerinde olacaktır.
Ezcümle: Her bir zengin Müslüman’ın zekât amelini gereği gibi uygulayabilmek için kendisine ait bir zekât günü belirlemesi gerekir. Bu günü; varsa, kendisinin devamlı verdiği bir gün yoksa günümüz teamüllerine binaen alışılagelmiş bir ay olan Ramazan ayından belirli bir gün olarak tespit etmesi gerekir. Artık belirlediği bu güne ömrünün sonuna kadar riayet etmelidir. O günden önce zekât verebilir. Fakat o güne göre zekâtını hesaplayacaktır. O gün borçlarını çıkarak elinde olan para ve ticaret mallarını hesaplayacak ve zekâtını tespit edecektir. Artık yıl içerisinde kira olarak alacakları veya maaşının zekâtı nasıl olacak diye ayrı bir hesap yapmayacaktır.[6]
Allah Teâlâ kullarına zorluğu değil, kolaylığı murad eder. Sonra ameller niyetlerle değerlenir. Niyetimiz zekâtımızı fıkhi ölçüleri içerisinde dikkatlice vermekse Allah Teâlâ bizi mazur görür diye umuyorum. Tüm İslam âleminin ramazan ve bayramının bereketle geçmesi dileğiyle
________________________________________
[1] Bakara Sûresi/276
[2] Kemal İbnu’l-Hümam; Fethu’l-Kadîr
[3] Damad Efendi Şeyh zâde; Mecmeu’l- Enhur. El-Kâsânî, Alâuddin Ebû Bekr İbn Mes’ûd; Bedâyiu’s-Sanâyi fi Tertibi’ş-Şerâi’
[4] Altın hususunda nisabın 85 gram olduğunu söyleyenler olduğu gibi, 90 grama kadar farklı görüşler ileri sürenler de vardır. Esasen mesele nisabı belirlemek olmadığı için ihtiyatın gereği olan rakamı zikrettik. hadîs-i şeriflerde belirtilen 20 miskaldir. Bunun kaç grama tekabül ettiği farklı görüşlerle belirtilmiştir.
[5] El-Kâsânî, Alâuddin Ebû Bekr İbn Mes’ûd; Bedâyiu’s-Sanâyi fi Tertibi’ş-Şerâi’; Daru’l-kutubi’l-ilmiyye 2/399-403
[6] Burada yanlış anlamaya meydan vermemek için sözü uzatmadık. Bazı mallar vardır ki yeniden bir yıl üzerlerinden geçmesi gerekir. Mesela kadının almış olduğu mehir, mevcut nisaba katılıp zekât günü zekâtının verilmesi vacip değildir. Aksine mehri aldıktan tam bir kameri yıl geçince zekâtını vermekle yükümlüdür. Bu tür bazı mallar istisnai olduğu için makalede onlardan bahsetmeyi tafsilattan öte, anlam kapalılığına sebebiyet vereceğini düşünerek zikretmedik.