PAYLAŞ
Hülagu Moğol Canisi

Hülagu Moğol Canisi, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir. 1255 de ağabeyi Mengü Han tarafından Ortadoğu’da henüz ele geçirilmemiş toprakların ele geçirilmesi için görevlendirilir.

Hülagu Moğol Canisi Demek

Hülagu Moğol Canisi dememizin sebebi, Moğolların İslâm topraklarında kuralsızca gerçekleştirdiği saldırılar… Müslümanlar ve İslâm nişanlarına kin kusarcasına yakıp yıkma ve yağmaları.

Türk milliyetçiliği içerisine, zannım o ki özellikle yerleştirilerek sanki bir Türk tarihi unsuruymuş gibi ezberletilen Moğollar, Moğol hanedanı, Cengiz Kağan ve hatta Hülagu’nun aslında milletlerin eviliği ile sınırlı olacak kadar akrabalık dışında Türklerle bir alakalarının olmadığını da yeri gelmişken hatırlatmak gerekir belki. Moğollar Moğol, Türkler Türk’tür…

Hülagu’ya dönelim. 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbâsî Halîfesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder. Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır. Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.

Kâdıhan ile Karşılaşma

Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Kimse Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez.

Bu haber zamanın genç âlimlerinden Kâdıhan’a ulaşır. Kâdıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Böylesi bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.

Bu fedainin ortaya çıkması ulemayı rahatlatır. Hülagu’nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar. Kâdıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler.

İlim Baştadır

Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını görerek, “Bana göndermek için bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı?” diye sorar.

Kâdıhan gayet sakin bir şekilde; “Görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin!” der.

Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve “şöyle otur bakalım” diyerek ilk sorusunu yöneltir. “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” diye sorar.

Başınıza Gelenler Sizin Kendi Ellerinizle Yaptıklarınızdandır

Kâdıhan gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetin bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hakk da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.

Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar. “Pekiyi, beni buradan kim gönderebilir?” Cevap çok manidardır. “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın…”


Şûrâ sûresi 30. âyet-i celîle-i cemîlesinde Mevlâ Te’âlâ buyuruyor:

وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ

Size isabet eden herhangi bir musibet, ellerinizin kazanmış olduğu (kötü) şeyler sebebiyledir. Yine de O, birçoğunu affetmekte (ve onlara ceza vermemekte)dir. (Aksi takdirde yeryüzünde hiçbir canlı bırakacak değildir.) Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsiri Meâl-i Âlîsi

 

BİR CEVAP BIRAK

Yorumunuzu ekleyin
Buraya adınızı yazın